İnsan hakları savunucuları olarak Kürdistan’da yaşanan savaş ve çatışmalı ortamın acılarının en yakın tanıklığını yaptık yıllarca. Gözlerimizin önünde o kadar büyük acılar yaşandı ki anlatmaya kelimeler yetmez. Bu coğrafyada yaşayan insanların büyük çoğunluğunun maalesef ki yaşanan bu acılardan hiç haberleri olmadı; ya haber almak istemediler ya da zaten kamuoyuna yansımadığı için kimse araştırmadı. Ama biz gözlerimizle, duygularımızla çok büyük acıların tanıklığını yaptık.
İnsan Hakları Derneği’nin yönetici ve üyeleri dahil çok sayıda insan katledildi. Çok sayıda insanımız gözaltına alındıktan sonra bir daha kendilerinden haber alınamadı. Köyler yakıldı, bombalandı, tarifi imkansız acılar yaşandı. İnsan hakları savunucuları olarak hemen hemen yaşanan tüm hak ihlallerinin olduğu bölgelere ulaşmaya çalıştık, hepsini raporladık. Eğer bir gün gerçekten 90’ların tarihi yazılacaksa bu İHD’nin hazırladığı raporlar sayesinde olacaktır. Çünkü o tarihlerde İnsan Hakları Derneği dışında hiçbir kurum savaş bölgesine gidip yaşanan acıları raporlamaya cesaret dahi edemiyordu. Gerçekten zorlu koşullarda, bizlere yöneltilen silahların baskıları altında hazırladık o raporları, unutulmaz günlerdi…
Bugün yine bir kez daha ve hepimizi umutlandıracak bir şekilde yeni bir barış süreci konuşuluyor. Kimsenin aklından geçiremeyeceği bir şekilde Milliyetçi Hareket Partisi lideri böyle bir sürecin başlayacağı yönünde bir konuşma yaptı. Tabii ki bizler devletin yaklaşımlarını çok yakından tanıyan ve bilen kesimler olarak, çok inandırıcı bulmadık ama yine de barış ile ilgili söylenen her sözün hepimizde umut yarattığı da bir gerçek.
Bu nedenle tüm kamuoyunun böyle bir sürece hazırlıklı olması ve barış sürecini destekler mahiyette yaklaşım içinde olması gerektiğini düşünüyorum. Aslında tabii ki bir yanıyla da Kürdistan meselesi uluslararası bir mesele ve çözüm her parçada İran, Irak, Suriye ve Türkiye’de kendisini dayatıyor çünkü Ortadoğu’daki gelişmeler bunu zorluyor.
Ben bugün barışa neden ihtiyaç var, hangi büyük acılar yaşandı da bizler bu kadar ısrarla barış istiyoruza bir örnek olay anlatmak istiyorum. Çünkü bu yazının yazıldığı gün 29 Ekim. Bir 29 Ekim günü ve o 29 Ekim gününün ardından yaşanan büyük acıdan bir kez daha söz etmek istiyorum. Yıl 1995 idi ve bir 29 Ekim gecesiydi. Mardin Dargeçit’te yani Kerboran’da birçok evin kapısı jandarmalar tarafından çalındı ve yedi kişi evlerinden gözaltına alındılar.
Bu 7 kişinin 3’ü çocuktu. Çocuklardan biri Hazni 9 yaşındaydı, abisi Seyhan 13 yaşındaydı, Davut ise 12 yaşındaydı. Diğer büyükleri ile birlikte gözaltına alındılar. 9 yaşındaki Hazni, askıya asılmış bir şekilde işkence görüyordu, o sırada işkence merkezine küçük bir çocuk girdi ve komutana baba çikolata almak istiyorum diye para istedi ve o sırada kendi okul arkadaşının, sınıf arkadaşının askıda asılı olduğunu gördü ve babasına bunun nedenini sordu. Belki de böyle bir utanç vardı Hazni’yi bırakmalarının ardında. Yoksa 9 yaşındaki bir çocuğun gözaltında işkence görmesini açıklayacak hiçbir neden olamaz. Hazni bırakıldı, diğerlerinden bir daha hiç haber alınamadı. 6 kişi gözaltına alındıktan sonra diğer birçok kayıp olayında olduğu gibi yok olmuşlardı, hiçbir haber yoktu kendilerinden. Bir süre sonra bir uzman çavuş etrafta konuşmaya başladı, ismi Bilal Batır’dı. İnsanların gözaltına alındığını, gözaltında ağır işkencelere maruz kalıp insanların kazanlarda yakıldığını anlatmaya başladı.
Onun konuştuğunu duyan komuta kademesi Bilal Batır’ı da kaybetti. Bilal Batır içinde biraz da olsun kalmış olan vicdanının kurbanı oldu. Bilal Batır da gözaltında kaybedildi. Bizler insan hakları savunucuları ve Cumartesi Anneleri olarak yıllarca diğer gözaltında kayıp olayları gibi Dargeçit kayıplarının da akıbetlerini araştırdık. Aslında bölgedeki tüm toplu mezarlar halk tarafından biliniyor. Halk bir yeri gösteriyordu. Dargeçit kayıplarının orada oldukları söyleniyordu. Yıllarca o mezar açtırılmak için uğraşıldı ve sonunda çabalarımız sonuç verdi ve 2012 yılında Dargeçit kayıplarının gömülü olduğu söylenen mezar açıldı. Gerçekten de Dargeçit kayıpları orada gömülüydüler. Cenazeler tek tek çıkarıldı ve cenazelerden arta kalan kemiklerin DNA’sı kayıp aileleriyle uyuştu. Evet, Dargeçit kayıpları işkence edildikten sonra bir toplu mezara gömülmüşlerdi ve orada bütün bu işlerin başında olan komutan yıllar sonra Bodrum Gümüşlük’te belediye başkanı oldu.
Bu akıl almaz ama gerçek bir hikaye ve ne yazık ki bu coğrafyada toplumun çok büyük bir kesiminin bu gerçek ve acı hikayeden haberi bile olmadı. İnsan hakları savunucuları olarak yıllarca dile getirmemize rağmen hiçbir sonuç alınamadı ve iç hukukta zaman aşımından dosya kapatıldı. Zaman aşımı gözaltında kaybetme dosyalarında cezasızlığın bir kılıfı olarak her zaman kullanıldı, Dargeçit davası da böyle sonuçlandırılmış oldu.
İşte barış derken biraz da bu acıları yaşayan ailelerin konuşması gerekiyor. Bu kadar acı yaşamalarına rağmen bu çatışma ortamının bitmesini istiyorsa eğer aileler onlara bir söz hakkı vermek gerekiyor. Evet, bu coğrafyada bir kez daha insanlar 29 Ekim’i kutlarlarken insan hakları savunucuları olarak bizler için 29 Ekim böyle acılı bir günün de yıl dönümü.